10 Mart 2017 Cuma

"GÖKYÜZÜ NEDEN KARANLIKTIR?" VEYA İZAFİYETİN GÜZELLİĞİ.

"Gökyüzü neden karanlıktır?"
 Veya izafiyetin güzelliği.

Bu üç kelimeden oluşan basit soru cümlesini alıp, üzerine devasa bir elbise oturtmaya çalışmak nedendir?
Sırasıyla gidelim. Gökyüzü nedir? O sonsuz bir boşluktur. Çeşitli gök cisimleri de hız ve kütlelerine uygun ve orantılı biçimde hareket ederler, bu hareket de bilinebildiği kadarıyla dairesel veya dairenin türevleridir.
Karanlık ne demektir? Tersini sorarak cevaplayalım. Aydınlık ne demektir? Her iki sorunun da cevabı aynıdır. Gözümüze gelen ışıktır. Eğer gözümüzdeki mekanizmayı uyaracak miktarda ışık ışını gözümüze geliyorsa “aydınlık” (veya aydınlığın çeşitli miktarları), yeterli ışık ışını gözümüze gelmiyorsa “karanlık” var deriz. Gökyüzünden güzümüze ışık gelmiyorsa “karanlık” deriz. Peki, neden gökyüzü bazen aydınlık bazen karanlıktır? Bazen güneş ışığı çevremizdeki cisimlerin üzerine düştükten sonra (eğer uygun açıda isek) yansıyarak gözümüze gelir ve o cismi “görürüz”. Ama ışık yoksa yansımada olmaz, o zaman cisimleri görmeyiz yani “karanlık” olur. Sonuç; Karanlık diye bir şey yoktur, olan “ışığın yokluğudur”.
Yoğunluk nedir? Genel anlamda yoğunluk “birimin ihtiva ettiği vakıa”dır. Bu genel tanımı biraz daha daraltalım. Üç boyut için bir açıklama yapmaya çalışırsak mesela; “1 metreküp hacim içerisindeki suyun ağırlık olarak miktarına, 1 ton diyelim” şeklinde bir kabul yapmıştır bilim insanları. İki boyut için bir örnek vermek gerekirse “metrekareye 10 kg. yağmur yağdı” dersek bu yağmurun “yoğunluğu”nun 10 kilogram olması demektir. Tamam güzel… ama… Bu bir metre de ne şimdi? Neden bir metre ”1m.”dir? Evet, izafiyet içinde izafiyet… Neden bir daire 360 parçaya, ya da 400 parçaya veya ne bileyim 500 parçaya bölünmüştür. Bunu kim, ne için, neye dayanarak yapmıştır? Mesela ben bir daireyi 52 parçaya bölelim ve her bir parçasına da 1 derece diyelim desem ne olur ki? Roma İmparatorları aylara isimlerini verdikleri gibi, ya da yılın başlangıcını Hz. İsa’nın doğduğu gün sanan saflar aslında bunun pagan inançlarına göre (tabiata tapanların dini) düzenlenmiş bir tarih olduğunu sandıkları gibi mesela? Mesela dünyanın çevresini (ekvatorunu) 40 milyon parça yerine 20 milyon parçaya bölsek daha iyi olmaz mı? Böylece bir metre daha uzun olur ( Bu boyumu da daha kısa mı gösterir yoksa?).
Gökyüzündeki ışık kaynakları birbirlerinden çok uzaktırlar. Bir ışık kaynağından çıkan ışık ışınlarının hiç birisi diğeri ile paralel bir doğrultuda hareket etmediği için kaynağından uzaklaşan ışınlar aynı zamanda birbirlerinden de uzaklaşırlar. Böylece bir cisme çarparak yansıdıklarında eğer o cisim üzerine birçok ışık ışını çarpıp yansımışsa yani birim alan üzerine çok fazla ışık ışını düşmüşse, yani ışık yoğunluğu bizim gözlerimizin ve beynimizin algılayacağı miktar ve türdense o cismi veya o ışık ışının kaynağını görebiliriz. Ama ışık kaynağı bizim gözümüze çok uzaksa veya yansıtan cisim gözümüze çok uzaksa veya ışık kaynağı yansıtan cisme çok uzaksa ışık yoğunluğu da az demektir, yani gözümüz bunu göremeyebilecektir. Ya da (belki de) gözümüzün görmediği yerde ne bir yansıtan ne de bir ışık kaynağı yok demektir. Yani henüz onların ışığı bize gelmedi için biz onları göremiyoruz demek çok iddialı olur.
Platon “Devlet”te ve özellikle “Dialoglar”ında, cevapları ancak kendisinin istediği biçimde doğru olabilecek sorular sorarak istediği sonuçlara gidiyordu.  Ama bu metot artık uygulanmıyor (çocukları eğitmede belki).
Görmek optik bir olaydır. Ama gözlem, görmenin ötesinde birçok algı metotlarını da ihtiva eder.
Zamana gelince; Bu da insan beyninin tabiatı ve eşyayı anlama ve algılama çabalarının araçlarından birisidir. Aslında zaman yoktur. Hareket vardır. Hareketin olmadığı yerde ne zaman vardır ne de başka bir şey, mutlak boşluk ve yokluk vardır. Varlık bile yoktur. Sadece Allah vardır.
Saat zamanı ölçmez. Saat dediğin şey bir makinedir. Denizin dibinde de, Everest’in tepesinde de aynı çalışır. Bir enerji kaynağının hareket ettirdiği biçim verilmiş metal veya diğer maddelerden yapılmış parçaların hareket ettirilmesidir. Saati zamanın birimi yapan şey onu bizim öyle kabul etmemizdendir. Zamanı biz tanımlamışızdır.  Bundan dolayıdır ki dünyanın bir yılı 365 gün ama Mars’ın bir yılı 320 gündür.  Merkür’ün bir yılı 176 gündür. Yani yaşıt olan bir Merkür’lü ve Dünya’lı gerçekten yaşıt mı demektir?
Alev Alatlı bir kitabında tezini ispatlamak için soruyordu: Ova nerede biter, dağ nerede başlar, bunların sınırlarını kim nasıl çizer. Yani demek istiyordu ki siyahla beyaz arasında kesin net bir sınır yoktur, bunlar bir grilikle karışmıştır. Siyahın içinde beyaz, beyazın içinde siyah vardır.
Dağ nedir, ova nedir? Tabiatın böyle bir ayrımı yoktur. Bu ayrımları, tanımları, etiketleri biz veriyoruz. Dağ da yoktur, ovada yoktur. Muhakkak bir şey olacaksa bu coğrafi tanımlara dayanmayan bir matematik gerçeklik olacaktır. Doğrular vardır, eğimler vardır, dikler-yamuklar vardır. Ha senin paşa gönlün buna ister dağ der, ister ova, hatta yazın serin olsun diye yayla da diyebilirsin. Siyah siyahtır, beyaz da beyaz ve bu ikisi hiç bir zaman birbirine karışmayacaktır, Abdülvahid Yahya’nın dediği gibi “west  is west, east is east” (Allah ondan razı olsun).

Bütün bu yazı ve ardındaki düşünceler basit bir internet araştırması sonucu elde edilmiş yüzeysel bilgilerdir. Lise seviyesi aktüel, derinliksiz ve yanlış mesnetlenmiş ama derin manalar içerirmiş gibi görülen düşüncelere karşı bu kadarı yeterli olur sanıyorum.

Hiç yorum yok:

  TOPLUMUMUZ ARTIK SADECE ERGENLERDEN OLUŞUYOR?*   “Çocuklar İktidarda” kitabının yazarı İsveçli Psikiyatrist David Eberhard, liberal ye...