"ARAPLARIN GÖZÜYLE HAÇLI SEFERLERİ"
Yazan: Amin MAALOUF
Çeviren: Mehmet Ali KILIÇBAY
Yayınlayan: TELOS YAYINCILIK
ISBN 975-545-092-0
2. BASKI Nisan–1998
Amin Maalouf; Benim için belki Necip Mahfuz’un devamı diyebileceğim bir yazardı, ilk okumaya başladığımda (hala yaşıyor mu bilmiyorum, ama yanlış da hatırlıyor olabilirim, yakın zamanda Paris’te öldüğünü okudum sanki bir gazetede).
Son dönemde özellikle Yapı Kredi Yayınlarından çıkarılan yarı belgesel tarihi romanları ile epeyce ilgi çekmişti. Yayıncının kim olduğu, aslında yazarın düşünce biçimi üzerinde bir ön fikir veriyor bence.
Ben Maalouf’un “ÖLÜMCÜL KİMLİKLER”ini okuyana kadar onu Necip Mahfuz’un çizgisinde, batıdan bakan bir doğulunun, ezilmişlik ve utanç duyguları içinde Ortadoğu’yu ve Doğu kültürünü anlatan bir “kültür değişimcisi” olduğunu düşünüyordum. Yakın tarihin dekorunda ve kişiliklerinde, Osmanlı etkisinde, özellikle (ve genellikle Arapların yaptığı olumsuz yaklaşımla) kültür değişmesi bağlamında sürükleyici romanlar yazmıştı. Belki “Semerkant” farklı gelebilir okuyucuya, ama Haçlı Seferlerini okuyunca Selçuklulara ve tabii ki Türk’lere olan ilgisini anlayabiliyoruz.
Doğulu aydınların, batı karşısındaki bu utangaç, mahcup ve ezik hallerini Batı Medeniyetinin görkemi karşısında, hayranlıktan donup kalmalarına bağlamak lazım elbette.
Medeniyetin gelişmesi ve evrimi de ayrı bir konu tabiî ki.
Konu birden Arapların Türklerle ilişkilerine kaymış gibi görünüyor.
Ama konu Haçlı Seferleri olunca bu kesinlikle kaçınılmaz bir durum.
Bir diğer kaçınılmaz durum da, Ortadoğu Araplarının tarihten hiç ders almadan bir daire üzerinde hayatlarına devam etmeleri gerçeği.
Bu konu; Amin MAALOUF, Türkler, Araplar üçgeninde bir medeniyet değişimi, yaklaşımı ve şuuru düzlemini taşıyan, konuya dönüşmeye başladı.
Ve maalesef kaçınılmaz biçimde, bu günkü Ortadoğu’ya, bitmeyen haçlı seferlerinin günümüzdeki tezahürüne geliveriyor.
“Arapların Gözüyle Haçlı Seferleri iki yüzyıl (1096–1291) süren Haçlı Seferleri’ni ve Orta Doğu’daki Frenk işgalini anlatırken bu bölgenin güncel durumuna da ışık tutuyor…”
Kitabın arkasındaki tanıtım yazısı böyle başlıyor. Kitabın ana kaynağı Arap tarihçileri ve vakanüvisleri. Ama ayrıca bir dizi batılı (özellikle Fransız) kaynaktanda yararlanmış yazar.
Bu kitabı okuyunca aklıma kaçınılmaz olarak bir başka kitap daha geldi: "Vatansız Filistinli" (Hürriyet Yayınları), yanlış hatırlamıyorsam Abu İyad yazmıştı, (bir zamanlar El-Fetih gizli servisi başkanıydı, İsraillilerce öldürüldü. Münih Olimpiyat baskınından sorumlu tutulmuştu galiba) ve 1100 yılında Arapların içinde bulunduğu durum, hiç değişmeden günümüz Filistin davasında da aynı oldu. Şimdi de, yani Amerikan işgali sırasında da durum aynı.
Ama maalesef Şirkuh’un (Aslan) yeğeni Yusuf gelip kurtarmadı Arapları, Yahudilerden. Zaten bu mümkün olamazdı, çünkü onlara görev verecek Nureddin’de yoktu elbette.
Tarih ne ilginç, kuma gömdüğümüz başımızı biraz çıkarabilsek biraz geçmişe baksak, günümüz ve geleceğimiz karanlıktan bir nebzede olsa kurtulacak sanki.
Yusuf, yani bizim tanıdığımız adıyla Selahaddin Eyyübi. Bir Kürt komutanın, Şirkuh’un kardeşinin çocuğu, yeğeni yani. Ama Şirkuh’un amiri Nureddin, bir Selçuklu Emiri. Nureddin Haçlılara karşı koymada sürekli bir başarı sağlayan ilk emir. Onun görevlendirdiği Şirkuh ve yeğeni Yusuf da en başarılı savaşçılarından.
Bu kişilerin başlattığı direniş ve galibiyetler serisi daha sonra Memluklar’la devam edecek, sonuçta Haçlılar mağlup edilerek geri sürüleceklerdir.
Bütün bu mücadele sırasında Araplar (Abbasi Halifeliği ve bağlı emirlikleri) tıpkı Filistin davasında olduğu gibi, tıpkı Körfez Savaşlarında olduğu gibi öncelikle birbirleriyle mücadele edecekler ve elbette düşmanlarıyla işbirliği yapacaklardır.
Fakat garip bir durum var ki, nasıl yorumlanmalı, nasıl açıklanmalı bilemiyorum. Bundan 900 y.y. önce saldıranlar ve işgal edilip, katledilenler değişmedi. İslam yine aynı insanlar tarafından hor görülüp, hırpalanıyor. Ama o zaman Arapları ve İslam’ı Araplara rağmen koruyup kurtaranlar, yani Türkler ve Kürtler saf değiştirdiler. Türkler bunu “Muasır medeniyet dairesine” girmek adına yapıyorlar. Selahaddin Eyyübi’nin torunları ise ihanet olarak.
Lavrens’in peşinde, İngiliz altınları için Osmanlının, Anadolu çocuklarının kanlarını akıtanlar, kendilerine verilen kâğıttan taçların ve krallıkların geçici tantanası içinde hiç huzur bulamadılar ve bulamayacaklar. Çünkü egemenlik verilirse eğer, bir gün verenler onu geri alıverirler. Egemenlik hakkı bizim yaptığımız gibi söke söke alınır.
Burada, aslında belki Amin Maalouf’u da biraz mercek altına yatırmak lazımdı. Şimdilik onun hakkında “Avrupa Merkezli Standardizasyon Projesi”nin yılmaz, yorulmaz bir neferi demekle yetinelim.
Kitabı, Ortadoğu Sorununa sadece petrolün ve enerji kaynaklarına sahip olmak için Batının işgalciliği açısından değil de, buna çanak tutan bedevi kültürün kaçınılmaz sonuçlarından birisi olarak görmek adına okumanızı tavsiye ederim.
Bedevilik ve medenilik, her yerde ve her zaman karşımıza çıkan sorunumuz.
Yazan: Amin MAALOUF
Çeviren: Mehmet Ali KILIÇBAY
Yayınlayan: TELOS YAYINCILIK
ISBN 975-545-092-0
2. BASKI Nisan–1998
Amin Maalouf; Benim için belki Necip Mahfuz’un devamı diyebileceğim bir yazardı, ilk okumaya başladığımda (hala yaşıyor mu bilmiyorum, ama yanlış da hatırlıyor olabilirim, yakın zamanda Paris’te öldüğünü okudum sanki bir gazetede).
Son dönemde özellikle Yapı Kredi Yayınlarından çıkarılan yarı belgesel tarihi romanları ile epeyce ilgi çekmişti. Yayıncının kim olduğu, aslında yazarın düşünce biçimi üzerinde bir ön fikir veriyor bence.
Ben Maalouf’un “ÖLÜMCÜL KİMLİKLER”ini okuyana kadar onu Necip Mahfuz’un çizgisinde, batıdan bakan bir doğulunun, ezilmişlik ve utanç duyguları içinde Ortadoğu’yu ve Doğu kültürünü anlatan bir “kültür değişimcisi” olduğunu düşünüyordum. Yakın tarihin dekorunda ve kişiliklerinde, Osmanlı etkisinde, özellikle (ve genellikle Arapların yaptığı olumsuz yaklaşımla) kültür değişmesi bağlamında sürükleyici romanlar yazmıştı. Belki “Semerkant” farklı gelebilir okuyucuya, ama Haçlı Seferlerini okuyunca Selçuklulara ve tabii ki Türk’lere olan ilgisini anlayabiliyoruz.
Doğulu aydınların, batı karşısındaki bu utangaç, mahcup ve ezik hallerini Batı Medeniyetinin görkemi karşısında, hayranlıktan donup kalmalarına bağlamak lazım elbette.
Medeniyetin gelişmesi ve evrimi de ayrı bir konu tabiî ki.
Konu birden Arapların Türklerle ilişkilerine kaymış gibi görünüyor.
Ama konu Haçlı Seferleri olunca bu kesinlikle kaçınılmaz bir durum.
Bir diğer kaçınılmaz durum da, Ortadoğu Araplarının tarihten hiç ders almadan bir daire üzerinde hayatlarına devam etmeleri gerçeği.
Bu konu; Amin MAALOUF, Türkler, Araplar üçgeninde bir medeniyet değişimi, yaklaşımı ve şuuru düzlemini taşıyan, konuya dönüşmeye başladı.
Ve maalesef kaçınılmaz biçimde, bu günkü Ortadoğu’ya, bitmeyen haçlı seferlerinin günümüzdeki tezahürüne geliveriyor.
“Arapların Gözüyle Haçlı Seferleri iki yüzyıl (1096–1291) süren Haçlı Seferleri’ni ve Orta Doğu’daki Frenk işgalini anlatırken bu bölgenin güncel durumuna da ışık tutuyor…”
Kitabın arkasındaki tanıtım yazısı böyle başlıyor. Kitabın ana kaynağı Arap tarihçileri ve vakanüvisleri. Ama ayrıca bir dizi batılı (özellikle Fransız) kaynaktanda yararlanmış yazar.
Bu kitabı okuyunca aklıma kaçınılmaz olarak bir başka kitap daha geldi: "Vatansız Filistinli" (Hürriyet Yayınları), yanlış hatırlamıyorsam Abu İyad yazmıştı, (bir zamanlar El-Fetih gizli servisi başkanıydı, İsraillilerce öldürüldü. Münih Olimpiyat baskınından sorumlu tutulmuştu galiba) ve 1100 yılında Arapların içinde bulunduğu durum, hiç değişmeden günümüz Filistin davasında da aynı oldu. Şimdi de, yani Amerikan işgali sırasında da durum aynı.
Ama maalesef Şirkuh’un (Aslan) yeğeni Yusuf gelip kurtarmadı Arapları, Yahudilerden. Zaten bu mümkün olamazdı, çünkü onlara görev verecek Nureddin’de yoktu elbette.
Tarih ne ilginç, kuma gömdüğümüz başımızı biraz çıkarabilsek biraz geçmişe baksak, günümüz ve geleceğimiz karanlıktan bir nebzede olsa kurtulacak sanki.
Yusuf, yani bizim tanıdığımız adıyla Selahaddin Eyyübi. Bir Kürt komutanın, Şirkuh’un kardeşinin çocuğu, yeğeni yani. Ama Şirkuh’un amiri Nureddin, bir Selçuklu Emiri. Nureddin Haçlılara karşı koymada sürekli bir başarı sağlayan ilk emir. Onun görevlendirdiği Şirkuh ve yeğeni Yusuf da en başarılı savaşçılarından.
Bu kişilerin başlattığı direniş ve galibiyetler serisi daha sonra Memluklar’la devam edecek, sonuçta Haçlılar mağlup edilerek geri sürüleceklerdir.
Bütün bu mücadele sırasında Araplar (Abbasi Halifeliği ve bağlı emirlikleri) tıpkı Filistin davasında olduğu gibi, tıpkı Körfez Savaşlarında olduğu gibi öncelikle birbirleriyle mücadele edecekler ve elbette düşmanlarıyla işbirliği yapacaklardır.
Fakat garip bir durum var ki, nasıl yorumlanmalı, nasıl açıklanmalı bilemiyorum. Bundan 900 y.y. önce saldıranlar ve işgal edilip, katledilenler değişmedi. İslam yine aynı insanlar tarafından hor görülüp, hırpalanıyor. Ama o zaman Arapları ve İslam’ı Araplara rağmen koruyup kurtaranlar, yani Türkler ve Kürtler saf değiştirdiler. Türkler bunu “Muasır medeniyet dairesine” girmek adına yapıyorlar. Selahaddin Eyyübi’nin torunları ise ihanet olarak.
Lavrens’in peşinde, İngiliz altınları için Osmanlının, Anadolu çocuklarının kanlarını akıtanlar, kendilerine verilen kâğıttan taçların ve krallıkların geçici tantanası içinde hiç huzur bulamadılar ve bulamayacaklar. Çünkü egemenlik verilirse eğer, bir gün verenler onu geri alıverirler. Egemenlik hakkı bizim yaptığımız gibi söke söke alınır.
Burada, aslında belki Amin Maalouf’u da biraz mercek altına yatırmak lazımdı. Şimdilik onun hakkında “Avrupa Merkezli Standardizasyon Projesi”nin yılmaz, yorulmaz bir neferi demekle yetinelim.
Kitabı, Ortadoğu Sorununa sadece petrolün ve enerji kaynaklarına sahip olmak için Batının işgalciliği açısından değil de, buna çanak tutan bedevi kültürün kaçınılmaz sonuçlarından birisi olarak görmek adına okumanızı tavsiye ederim.
Bedevilik ve medenilik, her yerde ve her zaman karşımıza çıkan sorunumuz.