15 Şubat 2008 Cuma

ÖKÜZE AĞIT

ÖKÜZE AĞIT

24–06–2003 10.00 arazi
Dün başlayan yağmur neredeyse aralıksız bu güne kadar devam etti. Ve ediyor da şu anda. Daha önce Pakistan’da çalışmış olan İlhan (burada köprü şefi şimdi, beraber aynı evde kalıyoruz) bu yağmurların muson yağmurlarına benzediğini söylüyor. Yağmurlar arazideki çalışmaları neredeyse tamamen, bazen de (şimdi olduğu gibi) kesinlikle tamamen durduruyor. Dün de öyle bir gündü. Dolgu yapamadığım için kazıdan çıkan ve dolguya uygun olmayan kötü malzemeyi ariyet ocağında oluşmuş boşluklara taşımaya karar verdim, ama ocağın yolu (arazide aceleyle açılmış alelade bir yol yapmıştık zaten) bütün kamyonları çamur deryasında neredeyse yuttu. Onları çıkarmak için çeşitli makineler kullanıyorum, bu arada benim pikap 4 çekişli-arazi vitesli olmasına rağmen oldukça zorlanıyor.
Biz öyle dizlerimize kadar çamur, tepeden tırnağa da yağmur ve terden sırılsıklam, sarı yağmurluklarımız içinde ıslak civcivler gibi sağa-sola seğirtip telaş ve kaygıyla çalışırken, tarlaların içinden büyük bir sığır sürüsü çıkarak yaklaşmaya başladı. Civardaki köylerin belki iki tanesinin sığırları bir aradaydı. 150 kadar olduklarını tahmin ediyorum. Sakin, emin adımlarla bir sağa, bir sola hafif hafif sallanarak yaklaştılar ve (sadece bir kısmı)bize şöyle göz ucuyla bakma tenezzülünde bulunarak yine aynı sessizlik ve dinginlikle (yağmurun ve bizim her turlu patırtımıza rağmen) tarlaların, ağaç ve çalıların arasından uzaklaşarak yok oldular.
Sürünün önünde bir kaç şımarık genç inek yürüyordu. Onların arkasında gücün, otoritenin, erkekliğin sembolleştiği dört tane boğa geliyordu. Bütün erkek Afrika sığırları gibi, onlarında omuz üzerindeki hörgüçleri, dişilerinkilerin neredeyse iki katı kadardı. Her biri en az 75 santim uzunluğunda olan boynuzları, zarif biçimde kıvrılarak 150 santimlik hilâller oluşturuyorlardı. Bu boğaların gözleri, dişilerinkiyle mukayese edildiğinde sanki sürmeli gibi, etrafı siyah ve bitimi de Çinliler gibi incelerek sonlanıyor. Gerdanları güçlü on bacaklarının arasından atlas perdeler gibi sallanırken, hörgüçlerinin altındaki adaleleri, her adım attıklarında sırtlarında dalgalanıp yer değiştiriyor, ve bu güçlü kaslar, bellerine doğru da incelerek atletik bir görünüm alıyorlar. Ama, en belirgin ve etkileyici tarafları arka bacaklarının arasında baldırlarına çarparak sallanan ve her biri iki yumruk büyüklüğünde olan testisleri. Tabiattaki birçok canlının erkeğinin, dişisinden daha güçlü, gösterişli, büyük olduğu gerçeği (bu gerçek yalnızca insan türünde tam tersine zorlanıyor) bu sığırlarda da çok bariz olarak gözleniyor. Boğalar kendilerinin ne olduklarının farkındaymışçasına o kadar vakar ve gururla yürüyorlar ki (sanki generalleri görüyorum) saygı duymaya zorluyorlar beni.
Sürüde sayısal üstünlüğü inekler elde tutuyor. Üretimin, faydanın ta kendisi onlar. ama sayıları böyle çok olunca değerleri belki de hak ettiklerinden daha az oluyor (yani kendi sosyal hayatlarında). Onlarında pek umurunda degil görünüyor bu. “Sütümüzü verir, doğururuz. Gerisinde hayatımızı yaşarız” boşvermişligi içinde, beş gözlü midelerine birkaç yeşil yaprak veya ot atmanın sıradan çabasıyla, önlerinde sağ veya sol yanlarındaki otları, çalıları koklayıp yokluyorlar.
Haşarı danalar küçük adımlarıyla annelerinin kâh sağında, kâh solunda koşturuyorlar. Birkaç tosun (yaşına girmemiş, hadım edilmemiş erkek) kendi ayarları üç beş düvenin (yaşına girmemiş, doğurmamış dişi) peşinde kuyruklarının altını koklama, tanıma çabasındalar. Yakın gelecekte sürünün erkekleri arasına girecekler ve bir tanesi ise bütün dişileri dölleme hakkına diğerlerinden daha fazla sahip olacak. Düveler aldırmaz, umursamaz bir burnu büyüklük göstermeye çalışıyorlar ama meraktan öldüklerine eminim.
Bu sürünün en garip, belki de en acınacak bir başka karakteri daha var; öküzler. Onlar bir defa boğalardan kesinlikle daha iriler. Hörgüçleri biraz daha ufak ama, fiziksel olarak daha güçlü ve iri görünüyorlar, ama boğalardan ayrı duruyorlar. Hatta sanki sürünün arkasında durmaya gayret ediyorlarmış gibi geldiler bana. Erkek olarak doğdukları kesin ama şimdi iki cinsin arasında bir yerdeler. Boğalardaki (o her şeyin sahibi olmalarına sebep olan) devasa testisler, öküzlerde yerini, kurumuş bir portakal büyüklüğündeki fazlalığa bırakmış. Doğduklarından sonra (bence vahşi sayılabilecek metotlarla) testisleri körletiliyor. Bu durumda vücutları normalden daha fazla büyüyor ve güçleniyor ama aynı oranda da yumuşak başlı, munis bir karaktere dönüşüyorlar. Hayatlarının anlamını kaybetmiş (kendi çaplarında devler) olarak, kasapta çengele asılacakları güne kadar, böyle sıkıntı ve huzursuzlukla çalılıklarda, tarlalarda dolaşacaklar.
Sürü geçti gitti, biz hay huy ile bağırış-naralarla çamurla, yağmurla mücadeleye devam ettik.
Kurtulduk.
Akşam oldu uyuduk.
(Bu neydi simdi yahu, öküze ağıt oldu sanki.)

  TOPLUMUMUZ ARTIK SADECE ERGENLERDEN OLUŞUYOR?*   “Çocuklar İktidarda” kitabının yazarı İsveçli Psikiyatrist David Eberhard, liberal ye...