24 Eylül 2008 Çarşamba

GALATA KÖPRÜSÜNDE BABA-OĞUL 1990

GALATA KÖPRÜSÜNDE BABA-OĞUL 1990

Sirkeci iskelesine Kadıköy vapurundan indik. 

Kalabalıkta sıkışıp canı yanmasın diye kucağıma aldım. Büyük bir merak ve şaşkınlıkla etrafına bakınıyordu. İnsan kalabalığı, otomobil ve diğer araçların çokluğu,

 şehir hatları vapurları, deniz, martılar ve bütün bunların çıkardığı sesler. Gördüğü ve duyduğu bu şeyler iki buçuk yaşındaki bir çocuğun ilgisini muhakkak ki olağanüstü bir şekilde çekmişti.


Kalabalıkla birlikte iskeleden yavaş yavaş uzaklaştık. Kalabalık giderek seyrekleşti. Onu kucağımdan yere indirmeye karar verdim. Ama yere baktığımda gördüğüm pislik, tükürükler, balgam ve sümükler, ne olduğunu anlamadığım çeşitli renk ve biçimdeki lekeler beni bundan vazgeçirdi.


Bu kargaşadan şaşırmakta çok haklıydı. Deniz tarafında balıkçılar “balık ekmek” diye bas bas haykırırken, otobüs durakları yanındaki küçük barakalarda ne olduğunu benim bile anlamadığım garip müzik çığlıkları geliyor. Hemen solumuzda yere serilmiş çeşitli işporta tezgahları vardı. Oyuncak, kaset,giyim eşyaları. Hem onu memnun etmek, hem de güneşten korumak için bir şapka aldık. Çok hoşlandı. Sık sık elini başına götürüyor, şapkaya dokunuyordu.


Galata köprüsüne döndük. Denizi daha yakından görsün diye aşağıya indim. Hala kucağımdaydı. Merdivenlere kadar yavaş yavaş yürüdük. Merdivenlerin önünde durdum, korkuluğa yaslandım. İlgiyle kirli denize bakmaya başladı. Yüzü yüzüme çok yakındı. Kah profilini, kah ensesini, kah anlını görüyorum. 

Bu benim oğlum.

Kalkık üst dudağının altından ön dişleri daima görünüyor. Ama hiç bu kadar dikkatimi çekmemişti daha önce. Saçlarını bana benzetirdi annesi. Saçlarının yatış yönü benimkiyle aynıymış. Annem “bu çocuk senin gibi oynuyor oyuncaklarla” demişti.


Ne garip, o ayrı bir canlı, ama benden parçalar var.

Benim oğlum o.


Arkamızda bir kuruyemişçi var. Sakız v.s. satıyor. Döndüm, önüne yaklaştık. Tezgahtaki renkli ambalajlı çeşitlere bakmaya başladı. En sevdiğim huylarından birisidir bu, arsızlık edip “bana ille de bunu al !” diye tutturmaz hiçbir zaman. 

Hangisini istiyorsun?” diye sordum. Gözlerindeki seyretme ilgisi, tercih için arayan bakışlara dönüştü. Önce kuruüzüm-leblebi poşetine bakıyor zannettim. Bir tane alıp uzattım, eli ile itti. Fazla düşünmeden renkli kağıt ambalajlı bir sakızda karar kıldı, eline aldı. Cebimden çıkardığım metal beşyüz lirayı eline verdim. Bir sakıza bir de paraya bakıyordu. Ne yapması gerektiğini bilemiyordu elbette. “Onu amcaya ver oğlum” dedim. Sahip olduğu her şeyin bir bedeli olduğunu fark etsin istiyorum. Satıcı gülerek aldı parayı. “Hayırlı işler” dileyip ayrıldık tezgahın önünden. Ufak elleri ve tombul parmakları ile sakızın kağıdını açmaya çalışıyor. Acemi, fakat istekli ve ısrarlı çabalarıyla kağıdı katlarından ayırıp sakızı ağzına attığında, köprünün üzerine çıkmış, hatta epeyce de yürümüştük. 

Sakızın içinden bir otomobil resmi çıktı.

Sol kolunu boynuma dolamıştı. Sağ elinde ise otomobil resmi, ona öylece bakıyordu. Elini hafifçe yukarıya kaldırmış, sanki kırılmasından korktuğu bir yumurta taşıyormuş gibi parmaklarının ucunda dikkatli biçimde tutuyordu resmi. Onun için mutlaka çok önemliydi. Çünkü, evdeki oyuncakları arasında da benzer kağıt parçaları görmüştüm. Ama ilgisi biraz sonra dağıldı, tekrar etrafını seyre daldı.

Karaköy iskelesindeki şehir hatları vapuru bir çığlık koyverdi. Aniden irkildi, bir an korktu. “Bak bir gemi” dedim.”O düdüğünü çaldı, korkma”. Biraz daha sıkı sarılarak yanağına bir öpücük kondurdum. Rahatladı, kendini güvende hissetti, korkusu geçti. İskeleden yavaş yavaş açılan vapura bakmaya başladı.

Etrafımız kalabalıktı. Telaşla ya da yavaş yürüyen iyi  yada kötü görünüşlü insanlar, ihtiyarlar ve gençler, kadınlar ve erkekler, taksiler, kamyonet ve otobüsler, binalar, reklam panoları. Kıyasıya bir hayat kavgası, haksızlıklar,zulümler,ezilmeler, sömürülmeler.

Bütün bunların içinde ufacık bir çocuk. Kolunu boynumdan çekip başındaki şapkaya tekrar dokundu. Belli ki hala yadırgıyor başında yabancı bir nesne olmasını. Ama çıkarmadığına göre de hoşlanıyor demek ki. Tekrar boynuma sarıldı, göz göze geldik, gülümsedim. Baktı... anlamadı, sonra oda gülerek cevapladı, masumca. Tekrar boğazı seyretmeye başladı. Başında şapkası,bir elinde sakızdan çıkmış otomobil resimli kağıt parçası, göğsünde renkli resimleri olan sarı tişörtü, kısa pantolonu, ufacık ayaklarında şirin keten pantolonu. Yirmi yıl sonra bir parçası olarak kavgaya dahil olacağı bu dünyaya ne kadar uzak ve bir o kadarda savunmasız. O nu burada, bu köprünün üzerinde tek başına düşündüm. Korkuyla ağlayarak dikilip kalacaktır mutlaka. Elinde o çok önemli otomobil resmi, başında şapkasıyla kaldırımda. Gözlerinden yanaklarına, dudaklarının kenarına tane tane yaşlar boşanıyor. Burnu akmış ve sümüğü ağzına giriyor. İnsanlar etrafından gelip geçiyor, o ancak onların diz kapaklarına gelen boyu ile yüzlerini görmeye çalışıyor ağlayarak. Babasını, annesini arıyor. Elinde resmi, başında şapkası ağlıyor. Akşamı burada göremeyecek büyük ihtimalle, birisi alıp gidecek.

Oğlum benim, benim oğlum. Gayriihtiyari bir korkuyla biraz daha sıkı sarılmış olmalıyım ki canı yandı galiba, “ıııhh” diyerek kıpırdandı.

Ya birisi onu çalmaya kalkarsa, ne yaparım o zaman? Bir iki kişi olsa önemli değil, hallederim, ama ya daha kalabalık olurlarsa? Ya bana şu anda bir şey olursa, bir kaza ya  da bir şey? Aniden ölürsem şu anda, o ne yapabilir ki? Ya birisi, yanında bir polisle gelip de “işte benim çocuğum bu” derse nasıl ispat edebilirim ki? Keşke yanıma nüfus kağıdın almış olsaydım. Amaaan ne saçma düşünceler bunlar yaa!!!! Nereden geldi bu aptalca korkular aklıma şimdi? Ama evden de bu kadar uzaklaşmamalıyız bir daha onunla. Annesiyle olsak iyi olurdu aslında. “Artık gidelim” dedim, itiraz etmedi. Etmek istesede nasıl itiraz edeceğini bilemiyor ki zaten. Karaköy iskelesinden vapura bindik. Kadıköy'de hiç oyalanmadan belediye otobüsüne binerek eve geldik. Annesini görünce sevinçle şapkasını gösterdi. “Aman ne yakışıklı olmuş benim koçum” diyerek kucakladı annesi. Otomobil resminin hala elinde olduğunu farkettim. Odasına gitti, oyuncak sepetinin ters döndüğünü ve irili ufaklı bütün oyuncaklarını halının üstüne döktüğünü duyduk. “Gene ortalığı dağıtıyor, yeni topladım odasını” diye söylendi annesi. Odasından, o çocuk sesiyle garip bir şekilde bağırdığı duyuluyor. “Ne yapıyor bu?” diye sordu annesi. “Vapur taklidi yapıyor” dedim. “Onunla gezmeye çıktığınızda fazla uzaklaşmayın”, dedi......“olur” dedim.

  TOPLUMUMUZ ARTIK SADECE ERGENLERDEN OLUŞUYOR?*   “Çocuklar İktidarda” kitabının yazarı İsveçli Psikiyatrist David Eberhard, liberal ye...