2 Eylül 2010 Perşembe

GÖNDERİLMEMİŞ ŞANTİYE MEKTUPLARI-FIRTINAYI KARŞILAMAK

FIRTINAYI KARŞILAMAK

16:25 18.05.2003 ŞANTİYE
Bu gün tatil pazarı. Sabahtan üç-dört kişi alışverişe çıktık. Bir naylon çanta aldım, kirli çamaşırları
koymak için. Bir de çelik bir termos aldım. Araziye giderken çay koyacağım içine. Aslında herkes
soğuk su için aldığımı zannediyor, ama ben bir saatte bir buçuk litrelik suyu içiyorum. Termos ise
bir litrelik, yani içine soğuk su koymanın çok anlamı yok. Zaten araziye götürdüğüm su daha ısınmadan
ben onu bitirmiş oluyorum. Daha sonra içtiklerim ise ısınmış oluyor. Ama çay öylemi ya? Koydum muydu
sıcacık çayı termosa, öğlene kadar yavaş yavaş yudumlayıp durucam.
Dün yağmura yakalandık yine arazide. Ben yağmurun altında, üstümü sıyırıp biraz olsun serinlik
tadarken bütün işçilerim,mühendislerim ıslak köpekler gibi ağaç diplerinde titreyip duruyorlardı.
Mevsim 
burada kış ya , üşüyorlarmış. Bu arada baturinin (yerli dilinde beyaz adam demek) beyaz 
bedenine de merakla ve şaşkınlıkla bakıyorlar. 
Yağmurun gelmesi görülmeye değer burada. Arazide kayda değer bir yükselti, alçaltı olmadığı
için Çad'dan, Nijer'den, Kamerun'dan kalkan rüzgar, bulut soluğu burada alıyor. Önce hava hafiften
kararıyor. Kafanı kaldırıp ufka baktığında uzaklarda, çok uzaklarda, taa ufuk çizgisinde bir toz ve bulut
kütlesinin gökyüzüne doğru yükselmiş olduğunu görüyorsun. Bu seferki kuzey batıdan geldi ve
doğudan batıya bütün ufku kaplamıştı. Biraz dikkat edince, gerçekte, ufku belirleyenin artık bu toz ve
duman kütlesi olduğunu anlıyorsun. Bu kütlenin üzerinde ve ger isinde simsiyah bulutlar var, kıpır
kıpırlar. İçlerinde çakan şimşekleri gördükçe aklına arızalı florasan lambalar geliyor insanın. Hani karanlıkta, yanıp yanmamak arasında kararsız kaldıklarından dolayı bir çakıp bir sönerler ya, işte bunun gibi.
Ve bu duvarın inanılmaz bir hızla sana doğru yaklaştığını etrafındaki yaprakların, toz zerrelerinin yavaş yavaş kıpırdanmasından anlıyorsun. Ben saçlarımın dalgalanmasından anlayamadığım için bunu yazamıyorum. Biraz sonra ama çok değil en fazla on dakika sonra uçabilecek ne varsa, yaprak, kağıt, dal parçaları, ve elbette ve muhakkak sapsarı kesif bir toz, önünde kuralsız, amaçsız (aslında kaotik sistemlerin nonlineer kurallarına tam uyum sağlayarak), çılgın gibi dans etmeye başlıyor. Bu toz ve rüzgar hengamesinin içine usulca girmiş bulunuyorsun. T
ozun, vücudundaki her delikten içeri girmesini engellemen mümkün değil .
Aniden geldiği gibi uzaklaşıyor, yoluna devam ediyor. Uçurabileceği yeni parçaları havalandırarak, savurarak, dans ettirerek. Gözlerini kırpıştırarak, dişlerinin arasındaki tozun gıcırtılarılarını
tükürerek azaltmaya çalışırsın. Nefes aldıkça toprak soluduğunu zannedersin. Burun deliklerin
sarı tozu uzun süre beynine taşıyacaktır. Aklından geçen "su" dur. Su olmalı şimdi. Bol, berrak,
içilesi. Bütün vucuduna yapışan, sanki hareketini engellemeye çalışan ince iplikçikler gibi,
gözeneklerini tıkamış bu tozdan kurtulmak için, içine dalmaya can attığın su olmalı şimdi.
Allah ne büyüktür elbette. İlk damlayı teninde hissettiğinde gönlündeki duanın yankısı gökten
gelmiş zannedersin. Hemen bir ikincisi, işte üç, dört... saymaya ne hacet... gök delinmiş,
su akıyor. Bol, berrak, içilesi. Sen onun içine dalamıyorsun ama o seni öyle sarıyor ki, deniz senin
etrafında yüzüyor şimdi.

  TOPLUMUMUZ ARTIK SADECE ERGENLERDEN OLUŞUYOR?*   “Çocuklar İktidarda” kitabının yazarı İsveçli Psikiyatrist David Eberhard, liberal ye...