19 Eylül 2007 Çarşamba

MUHENDiSLER, SATRANC


MÜHENDİSLER, SATRANÇ
Müteahhidin proje müdürü Erman Bey, taşeronlarının proje müdürü (aynı zamanda şantiye şefi ve saha mühendisi de olarak çalışan) Osman’ın sağ tarafına geldi ve dikilmeye başladı. Serme-sıkıştırma ekibi bir yandan ek yerini kesip temizliyor ve yapıştırıcı bitüm karışımına hazırlarken, aynı zamanda da finişerin son hazırlıklarını yapıp asfalt düzeltme tabakasını sermeye hazırlanıyorlardı. Asfaltı taşıyan kamyonlar henüz gelmemişlerdi, ama beş dakika sonra, birer birer konvoy halinde pistin ucundan piste girdiklerini görebileceklerdi. Çünkü asfalt plent operatörü Çetin, telsizle, arazi ekibinin hazır olup olmadığını sorarak, kamyonları göndermeye başlayacağını bildirmişti. Serme-sıkıştırma ekibi, telaşsız ama ne yaptığını bilen insanların tecrübeli çabukluğuyla bu günkü çalışma gecesinin rutin hazırlığını tamamlamak üzereydiler. Ekip, artık, yüzaltmış derece ortalama sıcaklıkta gelen sıcak karışımı (ki halk arasında asfalt olarak bilinir) Finişer ve silindirler vasıtasıyla serip sıkıştırmaya hazırdı.

—Nedir bu kargaşa böyle, neden doğru dürüst yapmıyorsun işini?
Diye azarlayarak sordu Erman Bey Osman’a,
“Bu aptal adamla nasıl götüreceğiz bu işi yaa?” diye aklından geçirdi Osman.
—Kargaşa filan yok Erman Bey, herkes işini yapıyor, merak etmeyin siz.
—Devamlı kontrol edeceksin, nerede eksiklik var, nerede aksama var anında müdahale edeceksin, mesela şu adam neden bekliyor...bak, oradaki adam o küregi almış nereye gidiyor?
—Yav Erman Bey satranç oynamıyoruz burada, sen merak etme hiçbir sorun filan yok!
Erman Bey, Osman’ın bu sert çıkışına çok bozuldu. Ama yapabileceği bir şey yoktu... Hayır vardı. Her zaman yaptığı gibi sesinin duyulmayacağı bir uzaklığa erişince telefonunu çıkardı, İstanbul’u, Osman’ın patronunu arayarak yıldırıcı şikâyetlerine tekrar başladı.

Erman bir inşaat mühendisi, Osman’da öyle. Ama aralarındaki mesleki anlayış farkı ne idi ve neden böyle idi?

Konu şu şekilde de soruya dönüştürülebilir. Aynı konuda aynı seviyede eğitim almış iki mühendisin, aynı projeyi uygulamada ve uygulama sırasında karşılaşılan sorunları çözme metotlarındaki taban tabana zıt olan yaklaşımlarının sebebi nedir?

Öncelikle bu iki yaklaşımı ortaya koymaya çalışalım.

İlk olarak; “Satranç nasıl oynanır?” Birçok kişi bilir bunu. Oyuncunun muhakkak bir stratejisi vardır. Ama her hamle, karşı tarafa mukabil hamle olarak birden çok alternatifi düşündürür. Her hamle yeni bir durum oluşturur, yeniden her şeyi düşünür değerlendirirsiniz. Dolayısıyla satrançta her adımınızı, oyunun her safhasında yeniden planlarsınız ve bu planınız, rakibinizin yapacağı hamle ile ya gerçekleşir ve ya gerçekleşmeyeceği için yeniden bir taktik belirlersiniz.

İkinci olarak; Mühendis kimdir? Bu sorunun kısa veya uzun birçok cevabı verilmiştir, hatta çok veciz ifadelerle artık bu sorunun sorulması gerekliliği bile ortadan kalkmış olabilir. Şöyle değiştirmek mümkün olabilir soruyu. İnşaat mühendisi işini nasıl yapar?
Bu sorunun cevabına genel-geçer uygulama açısından bakarsak, mühendis işini iki aşamada yapar. Bu aşamalar sırasıyla, tasarım ve uygulamadır. Mühendislik yapısının tamamlanmasına kadar geçen süreçte, her safhada bu iki davranış sırası bozulmadan, yani tasarla-uygula, sonraki adımda tekrar tasarla-uygula şeklinde ardışık devam eder, ta ki proje tamamlanana kadar.
Tasarımdan kastımız şudur: Genel anlamda mühendislik yapısının projelendirilmesi. Projenin şantiyede hayata geçirilmesi ise uygulama safhasını teşkil eder. Ama uygulama, ufak parçalara ayrılarak uygulama tasarımı-zaman ve iş programı şeklinde tasarlanır ve buna bağlı olarak da fiilen gerçekleştirilir. Yani bir menfez yapacaksanız, kalıp, demir ve beton uygulamasının zaman programını yapmanız lazımdır. Buna bağlı olarak kalıp malzemesi, donatı malzemesi ve beton için zaman ve personel programlarını yaparsınız. Bu konuda (silsile yolu ile) arazi mühendisine, sanat yapıları formenine talimatlarınızı verirsiniz. Demir atölyesine demir kesme programınızı gönderirsiniz, beton santralına da kalıp kurulmasından sonraki bir tarihte beton cins ve miktarını bildirirsiniz, gerekirse bu beton programına beton pompası ihtiyacınızı da eklersiniz. Bütün bunlar yapıldıktan sonra (yani bir saati kurmak gibi bir şeydir bu) uygulamaya geçilir ve uygulama dikkatle takip edilir, aksayan noktalarda müdahale edilerek programa eksenine dönüş sağlanır.
Uygulama tasarımınızı (zaman ve iş programınızı) bu süreç içerisinde karşılaşılabilecek her türlü sorun, engel ve diğer başka uygulama tasarımları ile kesişmeler dikkate alınarak aksamayacak şekilde yapmalısınız. Bu amaca ne kadar yaklaşmışsanız o kadar iyi mühendislik hizmeti göstermişsiniz demektir.
Günümüz mühendislik çalışması bu demektir.
Yapılan bir proje, o yapı ile ilgili bütün verileri işlemiş, her türlü sorunu çözmüş olmalıdır. Bu sorunlar zemin aşamasından, malzeme temin edilebilirliği, işçilik gerçekleştirilebilmesi, hukuki ve mali sorunların öngörülebilmesi anlamındadır genel olarak.
Arazide o projeyi uygulayanlar herhangi bir şekilde yorum yapmak mecburiyetinde olmamalı, proje bu imkânı onlara vermemelidir. Proje her anlamda tamam-tam-eksiksiz olmalıdır.

Bu iki tanımlamamadan sonra mukayeselerini yapabiliriz.

Endüstri çağı demek, bir başka tanımlamayla, standart ve ardışık olarak sonsuz bir üretim bandı kurmak ve işlemek demektir. Alwin Toffler’in dediği gibi, bu “ikinci dalga”dır. Günümüz mühendisleri tamamen endüstri çağının ve bu zihniyetin teknisyenleridir. Bir mühendis için, o mühendislik yapısının 1. En güvenilir şekilde 2. En kısa zamanda, 3. En ekonomik şekilde projelendirilmesi ve uygulanması esas olmalıdır. Ayrıca, eğer benzer bir proje veya aynı proje tekrarlanacaksa uygulama sırasında tutulan kayıtlar, bu ikinci projenin tasarlanması ve uygulanmasında veri olarak da kullanılacak şekilde olmalıdır.
Yani; Mühendis için sürpriz yoktur, önceden hesaba katılmamış, dikkate alınmamış veriler yoktur. Olmamalıdır veya en az seviyede bulunmalıdır.
Mühendis karşılaştığı her sorunda kafasını elleri arasına alarak çözüm üreten kişi değildir, olmamalıdır. Çünkü yaptığı iş ilk defa kendisi tarafından yapılan bir iş değildir. Tam tersine çok uzun süredir tekrar tekrar yapılan bir iştir. Hakkında her türlü bilginin okul, kitap, internet ortamında yoğun biçimde bulunduğu bir iştir. Mühendisin mesleki olarak karşılaşacağı bir sürpriz yoktur. Oluyorsa bu bir hatadır. Bu hata ya kendisinden kaynaklanmaktadır, ya da bir üstündeki şefinden-müdüründen kaynaklanmaktadır.
Kısaca; Projelendirilmiş bir işi uygularken satranç oynar gibi her aşamasını yeni başlıyormuş gibi düşünerek uygulamazsınız. Bir saat gibi çalışmanız gerekir.

Taşeronun proje müdürü Osman Çelik, her akşam ekipleri araziye çıkmadan önce, formenlerini ve ekip başlarını odasında toplayarak, makinelerin, malzemelerin ve personelin durumunu(arızalı makineler, hasta veya devamsız personel gibi) değerlendirmektedir. Bu değerlendirme sonucunda, toplantıdaki ara ve alt elemanların görüşleri de dikkate alınarak o gece yapılacak çalışmanın nasıl olacağına karar verir. Bundan sonra yapılacak şey, bu programın uygulanmasını sağlamaktan ibarettir. Elbette çalışma dikkatle takip edilir, ama çalışmanın her aşaması bellidir, herkes yapacağı işi bilmekte, oluşacak sorun(lar) karşısında uygulanacak çözümler bilinmektedir. Bu toplantıda alınan kararlar, bu işin ihale aşamasında hazırlanmış ve fiyat teklifine esas olan iş-zaman programına uygun taktik kararlardır, strateji elbette söz konusu bu plandır.

Buna mukabil, müteahhidin proje müdürü Erman Bey farklı bir yaklaşım ortaya koymaktadır. Ona göre her işçiye, her formen ve operatöre, her makineye sürekli müdahale ederek işi yönlendirmek gerekir.
Neden böyle düşünür Erman Nalbant ve onun benzerleri?
Böyle düşünürler, çünkü onlar mühendislik formasyonuna ulaşamamışlardır. Onun gibiler için mühendislik faaliyetleri, bir mühendislik yapısı ortaya çıkarmak değil, maddi ve manevi olarak çıkar sağlamak amacıyla yapılmalıdır. Bu sebeple mesleklerinin gereklerini yerine getirmemişlerdir. İnşaatın hangi alanında çalışırlarsa çalışmış olsunlar, teknik anlamda yetersizdirler. Çok iyi hakediş yapmakla övünürler. Sözleşme maddelerini ezberlercesine okurlar. Yönetmelik ve şartnamelerdeki açıkları bulup kendi çıkarlarına yorumlamak en büyük meziyetlerinden birisidir. Teknik Ofisçiliği yalnızca idare ile boğuşma ve onları atlatma alanı olarak görürler. Yani aslında onlar mühendis değil, müteahhiddir. Veya bu özelliklere bile sahip değillerdir, tesadüfler sonucunda mühendislik diplomasına sahip olmuşlardır. Okullarında öğrenemedikleri konuları meslek hayatlarında öğrenmeleri de mümkün değildir maalesef. Böyle tiplerin genellikle sık sık “okulda bir şey öğrenilmez, her şey çalışılarak şantiyede öğrenilir” dedikleri bir vecizeleri vardır. Tecrübî bilginin inkâr edilemez bir gerçekliliği ve gerekliliği vardır. Ancak teorisiz tecrübe, mühendislik formasyonuna dâhil değildir. Bu sebeple işleri planlamak onlar için mümkün değildir. Kendilerine göre geliştirdiğine inandıkları, iş idare metodunu da, işte bu şekilde, yapımın her aşamasına müdahil olma olarak algılarlar. Burada standart üretim mantığı, bant mantığı yoktur. Bir tarlaya, bir sebze bahçesine, bir sığır sürüsüne bakar gibi çözüm üretirsiniz. Bu tarzın her aşamasında, her sektöründe farklı özellikler, farklı sorunlar ve çözümler vardır. Bu birinci dalganın, tarım medeniyetinin üretim biçimidir. Ama birinci dalga maalesef yaklaşık 400 yıl önce ömrünü tamamlamıştır. Aydınlanma ve endüstri kültürü bu mühendis eskizlerini çoktan buruşturup çöp kutularına atmıştır.

Aslında bu yazı, ikinci dalgaya bir övgü yazısı değildi elbette.
Ama günümüzde mühendisler, lineer-analitik düşünce biçiminin en kristalize olmuş hallerinden birisidirler. Toplumumuzun, medeni olma çabalarında ve medeniyetin eriştiği seviyeyi yakalamasında, mühendisler çok önemli bir fonksiyonu üstlenmişlerdir. Okullar iyi mühendis yetiştirmeli ve bu mühendisler, pazarda, mühendis gibi mühendislik yapmaya zorlanmalıdır.
Ancak bu şekilde barbarlıktan kurtulup “Medineli” olabiliriz. Ve yine ancak bu şekilde “üçüncü dalganın” küresel belirleyicilerinden birisi olarak “fraktal mantığa” ve o muhteşem gerçek eşyaya doğru yolculuğumuza başlayabiliriz.

Mühendisler iyi satranç oynarlar mı?
Böyle bir istatistik var mı bilmiyorum, hatta iyi satranççıların mühendis olduklarını duymadım.
Ama iyi mühendislerin iyi satranç oynadıklarını zannediyorum.
Analiz ve çözüm üretmeye alışmış bir mantığın satranca uygun olduğunu düşünüyorum. Bu çelişkili bir durum gibi görünüyor.

  TOPLUMUMUZ ARTIK SADECE ERGENLERDEN OLUŞUYOR?*   “Çocuklar İktidarda” kitabının yazarı İsveçli Psikiyatrist David Eberhard, liberal ye...