19 Aralık 2012 Çarşamba

PATRIOT GERÇEĞİ


PATRIOTLAR NEDEN GELİYOR?



İHSAN SEFA
                                                                                                 E.Hv.Kur.Alb.
                                                                                            ihsansefa55@hotmail.com

Füze Kalkanı Projesi’nin Türkiye ayağına aklım pek yatmamıştı. Buna ilşikin düşüncelerimi de Kasım 2011’de Kentselhaber.com’da “FÜZE KALKANI MI FÜZE KANDIRANI MI ?” başlığı altında yazmıştım.

Bilindiği üzere Füze Kalkanı Projesi’nin Türkiye ile ilgili bölümü olan ihbar ve takip radar kompleksi Malatya Kürecik’e konuşlandırılmıştır.  Bir yere radar konuşlandırılırken öncelikle tehdidin beklendiği ülke esas alınır ve diğer teknik özelliklere göre mevzi seçimi yapılır.

O halde tehdit neresi?

Bölgede bulunan 3 ülke yani; Suriye, Irak, İran mı?

19 Kasım 2011 Lizbon zirvesinde 28 NATO ülkesi Füze Kalkanı Projesi’ne onay verirken, çıkan sonuç bildirisinde, bu projenin Türkiye’nin komşularına karşı olmadığı vurgulanmıştı. Yani İran, Irak ve Suriye’nin Türkiye için tehdit olmadığını NATO da kabul etmişti.

Diyelim ki İran, oldu ya kendisi için tehdit gördüğü bir Avrupa ülkesine nükleer başlıklı bir füze fırlattı.
Kürecik Radarı bunu gördü ve Almanya Raimstein de bulunan Amerikan üssündeki kontrol merkezine bu bilgiyi otomatik olarak aktardı.
Orada bulunan Amerikalı komutan da derhal müdahale kararı aldı ve Romanya’da bulunan en yakın füze rampasına ateş komutu verdi.
Füzenin vurulup imha edilebileceği yer en iyi ihtimalle İstanbul’un batısı Trakya Bölgesi’dir.

Kısacası Füze Kalkanı Projesi,  bırakın bizi korumayı Avrupalı dostları korumak adına bizim tepemizde patlayacaktır.

Peki, neden Füze Kalkanı Projesi’nin ihbar ve takip radarı için Kürecik-Malatya seçilmişti?
Bu soruya ben şu cevabı bulabiliyorum;  Bölgede elinde uzun menzilli satıhtan satıha füze bulunduran ülke İran ve İran füzelerinin de İsrail’e karşı büyük tehdit olduğunu bilmeyen yok. İran’ın İsrail’i vurabileceği tehdidini hep duyarız.
O halde bu radarın Malatya Kürecik’e konuşlandırlmasının bir diğer belki de en önemli gerekçesi ortaya çıkıyor. Kürecik Radarı İran’dan İsrail yönüne atılacak füzeleri rahatlıkla görüp takip edebilecek bir konumdadır. Kürecik Radarı İran’dan fırlatılan füze bilgilerini İsrail’e de aktarıp İsrail’in “Demir kubbe ve Davud’un sapanı “ diye bilinen füze savunma sistemlerini devreye sokabilme imkânına sahiptir.

Kürecik Radarı aynı zamanda İsrail’in gözüdür.
Nitekim geçenlerde Amerikan Savunma Dergisi Defense News ‘de yer alan bir habere göre Gazze saldırısı esnasında Malatya Kürecik’teki radarın da denendiği ve İsrail’e yönelen bir roketin başarılı bir şekilde vurulduğu ifade edilmektedir.  Hem de Gazze gibi İsrail’in hemen yanındaki bir yerden atılan roket vurulabilmişti. Kürecik radarının İsrail için ne denli hayati öneme sahip olduğu ortada
Şimdi gelelim asıl konumuza.

Patriotlar Türkiye’ye niçin geliyor?

Türk Hükümeti Suriye füzelerine karşı NATO’dan yardım istemiş de o nedenle Türkiye’yi Suriye füzelerine karşı korumak maksadıyla imiş.  Bu tabi resmi açıklama ister inan ister inanma.
Suriye kendi derdinde,  neden Türkiye ile bir çatışmaya girsin böyle bir çatışmanın kendisine yararı olmayacağını göremiyor mu?
Askeri güç mukayesesi yapıldığında bunu yapmanın kendileri için intihar olduğunun göremeyecek kadar basiretsizler mi?
Öte yandan diyelim ki Türkiye ile bir çatışmaya girdi. Türkiye’ye karşı kullanabileceği uzun menzilli füzelere mi sahip?
Tabi ki bunların hiç birisi değil.
Suriye’nin elindeki kısa orta menzilli SCUD füzeleri ile kimyasal veya biyolojik başlıklar kullanarak Türkiye için tehdit olabileceği de düşünülebilir. Ancak; Kısıtlı sayıdaki SCUD füzelerinin azami menzili 400 km.dir. Kaldı ki bunlar da iç kesimlerde ve İsrail’e karşı mevzilenmiş durumdadır.  Türkiye’ye atabildiğini kabul etsek bile sınırmızdan azami 200 km kadar mesafeye ulaşabilirler.
Öte yandan bir çatışma anında Avrupanın en güçlü hava kuvveti kabul edilen Türk Hava Kuvvetleri’nin o füzeleri daha rampalarında iken yok edebileceği ortadadır. 

Başka bir gerekçe olmalı.

Evet, hepinizin tahmin ettiğii gibi;  Füze Kalkanı Projesi’nin çok hassas ve de önemli bir parçası olan Malatya Kürecik Radarı ile İncirlik ABD Üssü’nün korunması.
İranlı generaller İsrail ya da ABD ile bir çatışma durumunda Kürecik Radarı’nı vurmaktan çekinmeyeceklerini sıklıkla dile getirmektedirler. Yukarıda da arz ettiğim gibi Füze Kalkanı Projesi’nin düşman füzelerini önleyecek füze rampaları Romanya’ dadır ve Kürecik’e yapılacak bir saldırıyı asla önleyemez. İşte Patriotlar bunun için geliyor

Güney Doğu'da NATO heyetince belirlenen mevzilere yerleştirilmek üzere ABD, Almanya ve Hollanda’dan 2 şer batarya olmak üzere toplam 6 füze bataryası gönderecektir.  Her bataryada 5 fırlatma rampası ve her fırlatma rampasında da 4 füze bulunmaktadır. Bize gelecek patriotların her ne kadar sadece füzelere karşı koruma sağladığı ifade edilse de bu bataryaların PAC 2 modeli olduğu ve uçaklara karşı da savunma sağladığı bilinmektedir.
İran ve Rusya’nın patriotlar nedeniyle Türkiye’ye karşı tepki verdikleri malum. Bu tepkinin asıl nedeninin patriotların füze savunma dışında da kullanılabilme özelliğidir. Önceki gün İran Genelkurmay Başkanı Tümgeneral Hasan Firuzabadi  Suriye’ye komşu bazı ülkelerin 'büyük şeytan' Amerika’nın hedefleri doğrultusunda hareket ettiklerini ve bunun doğru bir yaklaşım olmadığını söyleyerek sınıra yerleştirilen Patriotların dünya şavaşına neden olabileceğini iddialarında bulunmuştur.
.
İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad  Mevlana’yı Anma Törenleri için Konya’ya yapması planlanan ziyaretini neden iptal etmiş olabilir?
Türkiye’ye hiçbir faydası ve koruması olmayan Füze kalkanı Projesi ve ardından Patriotlarla ülkemiz hem risk altına girmiştir hemde bölgede hedef ülke haline getirilmiştir.

Şimdi tek beklentimiz ve tesellimiz;  Patriotların ABD İran çatışmasının ön hazırlığı olarak getirilmemiş olmasıdır.


Tkm.org.tr





29 Kasım 2012 Perşembe

KÖLE MEDENİYETLERİ


Kur’an’da ‘helak edilenler’ kim?
  
İhsan Eliaçık-ADİL MEDYA'dan alınmıştır.



Kur’an geçmişte helak edilen bir takım topluluklardan bahseder.
Bunların kimler olduğunu hiç merak ettiniz mi?
Ben merak ettim ve Kur’an’da “Helak ettik” (ehlaknâ) tabirinin geçtiği yerlere tek tek baktım.
Tam 28 yerde geçiyor.
Bur çoğu sadece helak ettik deyip geçtiğinden, özellikle helak edilenlerin “sosyal statülerine” dair bilgi içeren 6 ayeti nuzül sırasına göre aşağıda çıkardım.
Bakın bunlar kim?
***
İlki Kaf suresinde:
‘Onlardan önce nice nesilleri helak ettik.
Onlar bunlardan çok daha güçlü/saldırgandılar.
Fakat şehirlerde kaçacak delik aradılar.
Var mıydı ki kaçacak bir yer?’ (Kaf; 50/36).
Ayette geçen “garn” ülke, çağ, nesil, kuşak, uygarlık, memleket, belde, dönem vb. anlamlarına geliyor. “Kaçacak delik aramaları” ve “güçlü, saldırgan, zorba (batş)” olduklarının söylenmesinden de anlaşılacağı gibi bunlar, bir döneme hükmeden “ülke yönetimleri” veya “devrin egemen güçleri” idiler.
***
İkincisi Meryem suresinde:
“Onlardan önce nice mal mülk ve görünüşü daha güzel olan nesilleri helâk ettik” (Meryem; 19/74).
Ayette geçen peltek “se” ile “esâsen” mal, mülk, zenginlik… “riyâen” de dış görünüş bakımından… manasına geliyor. Buradan, helak edilenlerin devrin zenginlik, mal-mülk ve dış görünüş bakımından gayet güzel (şaşaa/debdebe içinde) yaşayan, toplumun “servetten şımarmış ileri gelenleri”olduğunu anlıyoruz.
***
Üçüncüsü Kasas suresinde:
“Rahat ve lüks içinde şımarmış nice nesilleri helâk etmişizdir. İşte kendilerinden sonra içlerinde pek az oturulmuş yurtları!” (Kasas; 28/58).
Ayette geçen “batirat maîşet” maişeti (kazancı, maaşı, yaşamı) azgınlık/zengin şımarıklığı içinde… manasına geliyor. Buradan, helak edilenlerin devrin “bol servet” ve “lüks hayat”  içinde yaşayanları olduğunu anlıyoruz.
***
Dördüncüsü En’am suresinde:
“Onlardan önce nice nesilleri helâk ettiğimizi görmediler mi? Yeryüzünde size vermediğimiz imkân ve iktidarı onlara vermiştik. Onlara bol bol yağmur yağdırmış, altlarından nehirler akıtmıştık” (En’am; 6/6).
Görüldüğü gibi bu ayette de “helak edilenler” yeryüzünde imkan, güç ve iktidar verilenler… Öyle ki onlar “altlarından ırmaklar akacak” şekilde imkanlara sahipmişler. Fakat bu imkan ve iktidar içinde şımarmışlar ve vaat edilen başlarına gelmiş…
Öte yandan Kur’an’da sürekli mü’minlere vaat edilen cennet tasviri için kullanılan “altlarından ırmaklar akıtmak” ifadesinin, burada, bu dünyada ve zulmedenler için de kullanılması dikkat çekicidir.
***
Beşincisi Hacc suresinde:
“Zulmün doruğuna çıkmışken helâk ettiğimiz nice beldeler vardır; duvarları çökmüş, çatıları yıkılmış, kuyuları kullanılmaz hale gelmiş muhteşem saraylar!” (Hac; 22/45).
Görüldüğü gibi bu ayette de “helak edilenler”  rahatlık ve lüksten şımarmış “muhteşem saraylarda” (gasr meşîd) yaşayan devrin egemen zümreleri.
***
Altıncısı Muhammed suresinde:
“Seni memleketinden çıkaranlardan daha güçlü/kuvvetli nice memleketler vardı ki, biz onları helâk ettik. Onların hiçbir yardımcısı da olmadı.” (Muhammed; 47/13).
Bu ayette de daha güçlü (eşeddu guvve) şeklinde geçen tabir, Fussilet 10. ayetteki yeryüzü kuvvetlerinin eşitçe pay edilmesi gerektiği söylenirken kullanılan “guvve/agvât” ile aynıdır. Memleket/belde’den maksat ise peki tabi devrin güç kuvvet sahipleri idi. Yoksa böylesi memleketler/beldeler/ülkeler (garn/gurûn) çoluk çocuk helak edilmiş değildi.
***
Görüldüğü gibi ayetlerde helak edilenlerin “toplumsal statüsü” hep aynı: Mal mülk sahipleri, rahatlık ve lüks içinde şımarmış ileri gelenler, imkan ve iktidar sahipleri, muhteşem saraylarda yaşayanlar, güç ve kuvvet sahipleri…
Buradan bakılınca nice “muhteşem sarayların” helak edildiğini söyleyen bir Kitabın, yüzeysel bir bakışla “estetik” ve “mimari” düşmanı, “barbar” bir bakışa sahip olduğu söylenebilir.
Öyle ya güzelim mimari harikası sarayların, kaşânelerin duvarlarının çöktüğünü, çatılarının yıkıldığını, kuyularının (havuzlarının) kuruduğunu, yer ile yeksan olduklarını söylüyor.
Bunlar dünya mimarlık, estetik ve sanat tarihi açısından büyük kayıp (!).
Keza bu bir ülkenin kalkınmasının temel taşı olan “burjuvazi”nin de yok edilmesi anlamına geleceğinden ilerlemenin ve gelişmenin de düşmanı bir yaklaşım (!).
Acaba öyle mi?
Şurası bir gerçek ki helak edilenlerin kim olduğuna baktığımızda, Kur’an’ın muhteşem saraylardan, gökdelenlerden, kayalara oyulan villalardan, devasa binalardan hiç hazzetmediğini görürüz.
Bunları insanlığın gelişmesi, kalkınması ve ilerlemesi olarak görmüyor.
Olaya başka bir yerden bakıyor, bu çok açık.
Bu bakış her devasa binanın harcında- isterse tapınak olsun- insanların/kölelerin eti, kanı, alınteri, emeği, kişiliği, onuru, özgürlüğü olduğu düşünülürse anlaşılabilir.
Mısır’daki pramitlerin yapımında günde 300 kişinin öldüğünü, ölenlerin cesetlerinin harca karıştırılıp duvarların öyle yükseltildiğini düşünürseniz, bu bakışı kavrayabilirsiniz.
Şu halde Kur’an’daki “helak” söylemi aslında kölelerin öfkesi, ezilenlerin feryadı, mazlumların içli çığlığı olarak okunmalıdır.  Kitapta Allah onların sesi olmakta ve “helak ettik”, “yer ile yeksan ettik” diye konuşmaktadır…
Keza helak, ölüm veya doğal bir afete maruz kalma olabileceği gibi, bir toplumsal altüst oluş (devrim) anını da resmediyor olabilir. Veya sarsıcı bir (kamuoyu) rüzgarı (rîhun sarsar) ya da halk ayaklanması (kıyâmen li’n-nâs) da olabilir.
Bütün bu anlarda Yunus Emre’nin tabiri ile “mülke benim diyenler ve köşk u saray beğenmeyenler” helak olur.
Kur’an’ın tabiri ile “Hurma kütükleri gibi yerlerinden sökülüp atılırlar” ve yerlerinde yeller eser…
Hani mülke benim diyen,
Köşk ü saray beğenmeyen
Şimdi bir evde yaturlar
Taşlar olmuş sütunları.”
(Yunus Emre)

13 Ekim 2012 Cumartesi

PUT VE PUTPERESTLİK NEDİR.


PUT ve PUTPERESTLİK
Muhammed Nur DENEK-ADİL MEDYA'dan
Put- gerçekte, özde, fıtratta, doğalda olmayan bir şeyin, topluma ya da bireye ölçü olarak kabul ettirilmiş olmasıdır. Bunlar (kanaat, kanun, kurum, gelenek, töre, din, yasa, etik… vs.) her toplumsal yapıda kendini farklı biçimlerde var edebilirler.
Günümüz toplumlarının sosyolojisinin belirleyici yapı taşları (putları) başta din, otorite, sermaye ve ulus’tur.  Elbette bunların alt yapısında olan unsurlar bu dinamiklerin ortaya çıkardığı sonuçlarda belirleyici olmaktadır.
Putperestlik-  dayatılmış olan bu, “sözde değerlere” sıkı sıkıya bağlanmaktır.
Tarihsel bağlamda put, putçuluk, putperestlik algısı bugüne yanlış lanse edilmektedir.
Algı şöyle kuruluyor:
İnsanlar bir takım taşlardan ya da benzeri maddelerden şekiller yapıp onlara tapıyorlardı…
Bu taptıkları şeylere put deniyordu peygamberler bu putları kırdılar, falan….
Anlayacağınız bunların tamamı kocaman bir yalan…
Özünde tarih boyu yaşanan tevhidi mücadelelerin tamamı o dönemlerde toplumlara yaşam tarzı olarak kabul ettirilmiş olan algılara karşıdır. Bu algıları yıkmak, putları devirmek anlamı taşımaktadır. Ancak böyle bir gerçekçi okumanın yaşanan zamanın putlarının tanınmasını sağlayacağından dolayı önüne setler çekilmiş ve gerçeğin anlaşılması zorlaştırılmıştır.
Bir toplum ulusal kimliğini özel görüyor bu özelliğe sıkı sıkıya sahip çıkma gereği hissediyor bu uğurda ölmeyi, öldürmeyi meşru sayıyorsa bu algı artık putlaşmış ve bu algıyla yaşamak putperestliğin ta kendisi olmuştur. Aynı şey sermaye, din ve otoriteyi kabullenmek içinde söz konusudur.
İbrahim peygamberin putları kırmasını hikâye eden ayetlerden de anlaşıldığı gibi mesele taş, toprak kırma meselesi değildi, aslında İbrahim peygamberin yaptığı şey sistemin kendini tarif ve temsil eden unsurlarına saldırmak, onları ortadan kaldırmaktı. İbrahim peygamberin derdi kıskanç tanrısının egosunu tatmin etmek adına rakiplerini ortadan kaldırmak değildi elbet, onun gayesi yaşama yön veren algının temellerinin aslında doğal olmadığını ve başka bir yaşam biçiminin gerekliğini ifade etmekti ve put kıran İbrahim tanımı, zehirlenmiş zihinleri zehirden arındırmak ve toplumları doğal olan yaşama döndürme tarifiydi.
Aynı şey Muhammed peygamberin Kâbe’de ki putları ortadan kaldırması içinde söz konusudur. Kâbe’de ki taşların sembole ettiği şey Mekke iktidarlarının topluma dayattığı algılardı. Bu algılar onların toplum içerisinde inşa ettikleri eşitsizliğe dayalı sömürü düzeni idi ve din algısı o toplumun yaşam biçiminin (sisteminin) adı iken o taş ve topraklar sembolleri ifade eden unsurlar idi.  

Günümüz putlarının da sembolleri var elbette bunları tanımlamak meselenin daha iyi kavranmasını sağlayacaktır
Din: Din kavramı en doğru ifadeyle bir toplumun yaşam biçiminin tarifi anlamına gelmektedir. Bu haliyle din sakıncalı bir kavram değil gerçekliğin ta kendisi olarak kendini var eder. Ancak günümüzde geleneksel algı boyutuyla, dinler insanlığı bölen ayrıştıran putlara dönüşmüştür denebilir. Çünkü bir takım genel kabullere dayanmayan iddiaları savunmayı, bu temelsiz inanışları hayatın merkezi haline getirerek savunma gerekçesi oluşturan, siyasi tefrikalar sonucunda şekillenmiş ve halende siyasi argümanların kaynağı biçimini almış, düşünmeyen bir diğerini düşman sayan sanal bir silaha dönüşmüştür. Bu gerçeği insanlığa göstermek, bu hakikatin anlaşılması için karşı mücadele göstermek put kırmak olarak tanımlanmalıdır. Geleneksel din savunusu ise günümüzün putperest kişiliğini ortaya koyan önemli unsurlardan biridir.
Geçmiş dönemlerden günümüze yansıyan semboller ise günümüzde kendini şu biçimlerde göstermektedir: Kâbe, ağlama duvarı, kilise, havra, tespih, Kur’an, ,İncil, Tevrat, cami, cem evi, haç, inek vb. bunların tamamı dinlerin totemleştirdiği semboller olarak günümüzde İbrahimlerin baltasını bekleyen putlar olarak varlıklarını sürdürmektedir.
Otorite: Devlet, halklar üzerinde oluşturulmuş otorite sopasıdır. Bu durum insan zihninde meşrulaştırılmış ve varlığının zorunlu biçimde algılanması sağlanmıştır. Otorite olmaksızın toplumsal yaşamın imkânsızlığı biçiminde bir yalan toplumlara yutturulmuştur. Bu yalanın sonucunda otoritenin varlığının sonucu olarak; beli bükülen, özgürlüğünü kaybeden milyonlarca insan bu durumu doğal sanmakta ve gönüllü itaat etmektedir. Oysa her tür otoriter kurum ya da kişilik tanrılık iddiasında bulunmaktadır. Bir “şey” in başka bir”şey” üzerinde etki, yetki, kanun, kanaat hakkını kendinde görmesi asla kabul edilebilir bir durum değildir. Bu iddianın sahibi/sahipleri put, bunu meşru görmek ise putperestliktir. Sonucu ne olursa olsun her türden otoriteye isyan insanlığın olmazsa olmazıdır.
Otorite putunun günümüz sembolleri: devletler, ordular, anayasalar, kanunlar, içerisinde hiyerarşi barındıran her tür kurum, örgüt, yapı, parti, oluşum vb. dır. Bunlara isyan etmek ve insanlığı bu yanlış algılardan uzaklaştırmak için mücadele etmek ise (insani) peygamberi tavırdır.
Sermaye: Paranın hükümranlığı, insanlığın yok oluşundan başka hiçbir anlam ifade etmez. Sermayenin değer olarak kabul edildiği toplumlarda insan en değersiz varlığa dönüşmektedir. Kapitalizm günümüzün en büyük putlarından biridir. Nitekim insanın bireysel ve toplumsal varoluşunun en büyük belirleyicisi olmuştur.
Sermaye putunun sembolleri neredeyse hepimizin hayatını kuşatmış, hayatımızın olmazsa olmazı konumuna getirilmiştir. Para, bankalar, şirketler, kira, rant, faiz vb. bunlara bağımlılıkta sermaye putuna sarılmak anlamını taşıyor.
Ulus: Ulus kimliği neredeyse tüm toplumların siyasi çıkarlarına aracılık yapan, insanlığı bölen, yeryüzünde oluşan her tür zorbalık ve işgali, fetih mantığına dönüştüren barbarlıkları meşrulaştıran bir illettir. Ulusal birlik yalanı tüm zamanlarda dünya üzerinde oluşan her tür emperyal çabanın temelinin meşrulaşmasını sağlarken her tür savaşa ve düşmanlığa aracılık yapmaktadır.
Ulus putunun sembolleri günümüzde; Bayraklar, sınırlar, kan bağı, ulusal marşlar, pederşahi önderler, ulusları temsil eden her tür flama ve figürlerdir. Ulus kimliği üzerinden oluşturulan sınırların kabulü ve bu sanal ayrıştırıcı özellik üzerinden yapılan her tür tanımlamanın kabulü putperestlikle tanımlanabilir. 
Putlara ve her türden putperestliğe karşı mücadele göstermek, Tevhid dininin temel öğretisidir. Bu öğretinin temsilcileri tarih boyunca peygamberler olmuştur. Onların gösterdiği bu yolda mücadele etmek, varoluşun bütünlüğünü bölen her tür şirk unsuruna karşı mücadele göstermektir. 

  TOPLUMUMUZ ARTIK SADECE ERGENLERDEN OLUŞUYOR?*   “Çocuklar İktidarda” kitabının yazarı İsveçli Psikiyatrist David Eberhard, liberal ye...